Vincent Van Gogh
İlk dönem karakalem çalışmalarında maden
işçilerini, köylüleri ele almış, patates yığınları,
dokuma tezgahı gibi konuları işlemiş bir yandan da
kasvetli gökler ve koyu renklerle iç karartıcı
manzaralar resmetmiştir.
Patates
Yiyenler tablosu bu kasvetli ve iç karartıcı dönemini simgeler (
Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). 1885 tarihli resimde iç mekanda
günlük yaşam konu edinilmiştir. İşçiler kendi ektikleri patatesleri
paylaşarak yerken gösterilmişlerdir.
Tek ışık kaynağı yukarıdan sarkan bir lambadır.
Lambanın
ışığı patatesleri aydınlatır. Resmin genelinde aynı renk ve tonlar
hakimdir. Yeşilin ve kahverenginin koyu tonları. Patatesin tozlu
rengini elde etmeye çalışıyordu. Bütün resme hakim olan renk yabani
patates rengiydi. Resmin kasvetli ve karanlık görünümü ve insanların
yüzleri, yoksulluğu melankolik bir atmosfer yaratıyor.
Bu tür insanları gözlemleyen Van Gogh da yoksulluğun ne demek
olduğunu biliyordu
Bu
dönemlerde kardeşine yazdığı bir mektupta " Böyle devam ederse
hedefime varamayacağım. Bu kadar uzun zaman aç kalmasaydım bünyem
daha kuvvetli olurdu. Fakat her seferinde daha az çalışmak ya da aç
kalmak şıklarından birini seçmem gerektiğinde ben hep aç kalmayı
tercih ettim. Bir insan buna nasıl dayanabilir? Açlığın etkisini
resimlerimde öylesine görebiliyorum ki geleceğim için
kaygılanıyorum".
1882
tarihli Hüzün adlı taşbaskısında oturan çıplak bir kadın tasvir
edilmiştir (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Kadının başı dizine
doğru eğilmiştir ve kolları arasında kalmıştır. Koyu renk uzun
saçları çıplak sırtından aşağıya dökülmektedir. Saçlar ten rengiyle
kontrast oluşturur.
Figürün dış hatları belirginleştirilmiştir. Kolları arasında
kalan yüzü görülmez ama büyük ihtimalle ağlamaktadır ya da üzgün bir
ifade içindedir. Tek başına bırakılmış, çaresiz bir durumu vardır.
Kederleriyle birlikte yapayalnızdır, itilmiştir. Kederin dokunaklı
bir ifadesine tanık oluyoruz. Buradaki kadın Van Gogh'un birlikte
yaşadığı alkolik, gebe ve fahişe Sien'dir. Bu resmin bir de
karakalemle yapılmış deseni vardır.
Van
Gogh'un 1890 yılında Sonsuzluğun Eşiğinde - 1890- adlı resminde de
yine kederler içindeki bir insanın tasviri vardır (Rijksmuseum
Kröller Muller, Otterlo ). Resimde sandalye üzerinde oturan mavi
pantolon ve gömlekli yaşlı bir adamın derin acısı yansıtılmıştır.
Yaşlı adam yumruk yaptığı elleriyle yüzünü kapamış, dirseklerini
bacaklarının üzerine dayamış ve öne doğru eğilmiştir.
Gözleri
ve yüzü görünmüyor ama o da ağlamaklı ve yıkılmış bir durumdadır.
Yine aynı yıl yaptığı Doktor Gachet'in Portresi -1890- adlı resimde
de masaya dirseğini dayamış oturan bir adam görülür (Musee du Jeu de
Pavme,Paris). Beyaz kasketli figürün yumruğu yanağında be başını
destekler. Düşünceli ve kederli görünümlü Doktor Gachet'in kendisine
sinirli olduğu kadar hasta göründüğünü de belirtir Van Gogh.
Figürün yüzünde melankoli, hüzün, çaresizlik ve umutsuzluk
hakimdir. Bu hüzün resmin her yanına yayılır.
Bütün
renkler ve çizgiler bu melankolik atmosfere uyar. Figürün çizgileri
kasvetli görünümü izler ve bu duygusal ruh halini açığa vurur.
Üzerindeki lacivert ceket ve arka planın koyu mavi rengi ve yüzün
solgunluğu ifadeyi güçlendirir.
Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece -1888- adlı manzarasında yıldızlı
gecenin tasviri göz kamaştırıcıdır. Işık saçan yıldızlar, kıyıdan
denize vuran yapay ışıklar ve lacivertle mavi tonları resmin
bütününe yayılır. Ön planda yürüyen bir çift görülür. Buradaki ve
başka resimlerinde görülen çiftlerden erkek olanı kızıl saçlı olarak
tasvir edilmiştir.
Hayatı
boyunca yalnız olan ressam gerçek hayatta asla bulamadığı eşini
resimlerinde hep yanında çizmiştir. Figürler manzarada çok küçüktür
ve yüzleri seyredene dönüktür. Bir mektubunda " Gece manzaralarını
ve gece ortamının özelliklerini, gecenin gerçek karanlığı içinde ve
yerinde tuvale aktarma sorunu beni her taraftan kuşatmakta" diye
yazmıştı. Gökyüzündeki yıldızlara gitmek için ölümün bir araç
olduğunu belirtir. Ölümle ulaşılan yıldızların erişilir
olabileceğini düşünüyordu. Gece karanlıktır, korkudur, ölümdür,
uykudur, yalnızlıktır, hüzündür.
Bulutlu
Göğün Altındaki Buğday Tarlası -1890-resmi için "bunlar kasvetli
gökyüzünün altında uzanan uçsuz bucaksız buğday tarlaları...derin
kederi ve sonsuz yalnızlığı ifade etmekte zorlanmadım" diye yazar
Theo'ya mektubunda. (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Ancak ona
göre üzüntü ve üzgün yine de iyileştiricidir ve neşelidir. Resmin
yarısından çoğunu kaplayan koyu mavi tonların hakim olduğu gökyüzü
altında sarılar ve yeşiller beyazlarla ışıklandırılmış tarlalar
uzanmaktadır. Önde birkaç küçük gelincik başı vardır. "Kanımca
somurtkan yeşil renkler toprak rengi tonlarıyla iyi bir uyum içinde;
bunda sağlıklı ve bu yüzden itici bulmadığım bir üzüntü havası var"
Buğday
Tarlası ve Kargalar ' da -1890-yine kasvetli ve karanlık bir gökyüzü
tasviri vardır (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Van Gogh bu
resimle de yine kederini ve aşırı yalnızlığını iletmeye çalışmıştır.
Geniş tarladan üç ayrı yol ayrılır. Seyreden resmin köşesinde veya
tarlada patikanın sonunun ve ufkun nerede olduğunun bilinmezliğiyle
sarsılır. Geniş açık tarlaların normal perspektif kurgusu tersine
dönmüştür. Çizgiler resmin önünde buluşmak için ufuktan kaçar.
Vincent
bu resmi yaparken önünde malzemeleriyle ufka doğru yükselen iki
yolun böldüğü buğday tarlasının - üçüncü yol resmin sağ alt
köşesinde kalmıştır- karşısında yere çökmüş ve önce sola sonra sağa
iki kez ateş etmişti. Kara kuşlar ölümü çağrıştırır. Fırtınalı alçak
gökyüzünde uçuşan kargalar ve gökyüzünde belirgin mor fırça
vuruşları izleyende yalnızlık ve keder duygularını uyandırır. 29
temmuz 1890 da kendini vuran Van Gogh iki gün sonra ölmüştür.
Ölümünden sonra üzerinde bulunan kardeşine yazdığı ama göndermediği
mektupta " kısaca sanat uğruna hayatımı tehlikeye atıyorum ve bu
yüzden aklımın yarısını yitirdim" diye yazmıştır. |